Türk Ocakları Genel Başkanı Mehmet Öz yazdı: TÜRKİYE’NİN KRİTİK DÖNEMECİ
Türk milleti bu coğrafyadaki bin yıllık tarihinde büyük mücadeleler verdi, önemli badireler atlattı. Haçlı seferlerine karşı yeni vatanını ve İslâm âlemini koruma, Moğol istilasının ardından gelen tavaif-i mülûk (beylikler) döneminin parçalanmış siyasî yapısı içinde vatanlaşma sürecini sürdürme, Fetret Devri akabinde yeniden birliğini sağlama mücadelesi başarılı oldu. Viyana bozgununa kadar Osmanlı devletinin Anadolu, Balkanlar ve Orta Doğu coğrafyasında inşa ettiği nizam dünyaya örnek oldu. 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasından ve özellikle de 19. Yüzyıl başlarında Yunan ve Sırp isyanları ile başlayan parçalanma ve Anadolu’da toparlanma süreçleri ise acı tecrübeler yaşamasına neden oldu. Son yıllarda bölücü etnik terörün yol açtığı problemler önümüze yeni bir kritik dönemeç getirdi. Bu dönemeçte Türk Ocakları Genel Başkanlığı görevini üstlenen Prof. Dr. Mehmet Öz, konuyla ilgili değerlendirmelerini çeşitli vesilelerle dile getirdi. İçinde bu değerlendirmelerin yer aldığı bu kitap, günümüzde karşılaştığımız meselelerin tarihi ve milli boyutuyla doğru anlaşılmasına ışık tutacaktır.
Fiyat: 12 TL (KDV Dahil)
Ebat: 19.5 x 12
Sayfa: 162
ISBN : 978-975-7739-71-5
TÜRK YURDU YAYINLARI
Sezenler Sokak Nu:4/12 Sıhhiye Ankara
Telefon: 0 (312) 229 69 74
https: // www.turkyurdu.com.tr
e-posta: turkyurdu@turkyurdu.com.tr
YERLİ MARKA
19 Ekim 2014 Pazar
24 Mayıs 2014 Cumartesi
YABANCI KELİMELERE TÜRKÇE KARŞILIK
http://www.biyografimarket.com/Urunler/Yabanci-Kelimelere-Turkce-Karsilik-2094.html
YABANCI - TÜRKÇE
A
aberasyon: sapınç
ablatif: çıkma durumu
abluka: kuşatım, kuşatma, çevirge
abone: 1) sürdürümcü 2) sürdürüm
absorbe: 1) emme 2) soğurma
abstre: soyut
absürt: saçma, usdışı
adaptasyon: uyarlama
adapte: uyarlanmış
adaptör: uyarlaç
adenit: akkan yangısı
adres: bulunak
aerometre: havaölçer
afazi: söz yitimi
aferist: vurguncu, çıkarcı
afiş: ası
afişe: açıklamak, açığa vurmak
afoni: ses yitimi
aforizma: özlüsöz, özsöz, özdeyiş
aforoz : toplumdışılama
aglütinasyon: kümeleşim
agnosi: tanısızlık
agnostik: bilinemezci
agorafobi: alan korkusu
agrafi : yazma yitimi
agrandisman: büyültme
ajan: 1)görevli, aracı 2)gizli görevli, gizmen
ajanda: andaç
ajur : delikli işleme, gözenek
akont: öndelik
akort: (çalgı için) düzen
akromatopsi: renkkörlüğü
akrostiş: adlama
aks : dingil
aksan : vurgu, söyleyiş
akselerasyon: ivme
akselerograf: ivmeyazar
akselerometre: ivmeölçer
aksesuar : 1) eklenti 2) donatımlık
aksiyom : belit
aksiyon : eylem
aksiyoner: paydaş
aktif : 1) etkin, canlı 2) etkili, etken
aktör: erkek) oyuncu
aktüel: güncel
akustik : yankı düzeni, yankılanım, ses dağılım
akut: iveğen
akuzatif: belirtme durumu
akü (akümülatör) : akımtoplar
alafranga: batılıca
alaminüt: çarçabuk, ayaküstü
alarm: tetikdur
alaturka: doğuluca
alegori: yerine
aleksi: okuma yitimi
alfabe: abece
alivre: dalında satış, önceden satış
almanak : yıllık
alpinist : dağcı
alpinizm: dağcılık
alternatif: 1) seçenek 2) almaşık 3) dalgalı
alternatör: dalgalı akım üreteci
altimetre: yükseklikölçer
alturist : özgeci, özgecil, elcil
alturizm: özgecilik, elcillik
amatör : özngen, özenci
ambalaj (yapmak) : sarmak
ambale (olmak): 1) şaşkına dönmek 2) başı şişmek
ambargo : engelleyim
amblem : belirtke
ambulans: cankurtaran (taşıt)
amenajman: düzenleyim
amfibi : yüzergezer
amnezi : bellek yitimi
amoral : aktöredışı, töredışı
amortisman: sönüm
amortisör: yumuşatmalık
ampirizm: deneycilik
amplifikatör: yükselteç
anabolizma: özümleme
anahtar : açkı, açar
anakronik: çağaşımlık
anakronizm: çağaşım
analitik: 1) irdeleyici 2) irdelemeli
analiz : irdeleme
analjezi: acı yitimi, ağrı yitimi
analjezik: ağrıkesici
analoji : 1)benzeme 2) örnekseme
anarşi: 1) başsızlık 2) kargaşa
anarşik : kargaşalı, karışık
anarşist: 1) baştanımaz 2) kargaşacı
anatomi : 1)gövde yapısı 2) gövde bilimi ançüez : balık ezmesi
anemi: kansızlık
anestezi: uyuşturma
anestezik: uyuşturucu, duyumsuzlaştırıcı angaje : bağımlı, bağlanmış
angajman: bağlantı
angarya : yüklenti
animizm : canlıcılık
anjin: boğaz yangısı
anket: soruşturma, sormaca
anketör : soruşturmacı, "sormacacı"
anomali: sapıklık, sapaklık
anonim : adsız
anons: (sesli) duyuru
anormal: 1) olağandışı, dengesiz 2) sapık
anot: artıuç
ansiklopedi: bilgilik
antant: antlaşma
anten: duyarga
anterit: incebağırsak yangısı
antet: başlık
antifriz: donmaönler
antik: ilkçağ işi
antikor : karşınözdek
antipati: sevimsizlik, karşıtduyu
antitez : karşısav
antoloji: seçki
antre: giriş
antrenman: 1) çalışım 2) alıştırma
antrenör: çalıştırıcı
antrparantez: ayraç içinde, ayrıca,
anyon: eksin
apandisit: körbağırsak yangısı
apel: çağrım
aperiti: açar
apolet: omuzluk
aposteriori: sonsal
apraksi: işlev yitimi
apriori: önsel
apse: irinlenme, yangı, irinşiş
arabesk : 1) arap müziği 2) girişik bezeme
aranje (etmek): düzenlemek, uyarlamak
aranjman: düzenlemek
arazöz : yersular
areometre: sıvıölçer
aristokrasi: soyluerki
aristokrat: beysoylu, soylu
aritmetik: sayı bilimi, sayıbilgisi
arkaik: eskil
arkaizm: 1) aşnılık, eskillik 2) çağaşım
arkeolog: kazıbilimci
arkeoloji: kazı bilimi
armatür : donatı
armoni: uyum
arşiv: belgelik
arter: 1) atardamar 2) anayol
arterit: atardamar bozukluğu
artist: 1) sanatçı 2) oyuncu
asansör: götürgeç
asimetri: bakışımsızlık
asimetrik: bakışımsız
asimilasyon: 1) özümleme 2) benzeşme
asistan: yardımcı
aspiratör: emmeç
astronomi: gök bilimi
astronot: uzayadamı
atak: 1) atılım, akın 2) saldırı
atavizm: atacılık
ateizm : tanrıtanımazlık
atlet: yarışımcı
atletizm: yarışımcılık
atölye: işlik
avangart: öncü
avanproje: öntasarı
avans: öndelik
avantaj: 1) çıkar, yarar 2) üstünlük
averaj: ortalama
avukat: aklamacı, "aklayıcı"
aysberg: buzdağı
B
bagaj: 1) yük, denk 2) yük yeri
baget: çubuk
balans: denge
balast: kırmataş
balisti: atış bilimi
bandaj: 1) sargı 2) kayış
bank: sıra
banliyö: dolaylık, çevre, yörekent
banyo: 1) yunak 2) yıkanma 3) yıkama
baraj: 1)su bendi 2) engel
barisfer: ağıryuvar
bariyer : tosuk
barometre: basınçölçer
batonsale: tuzluçubuk
bej: sazrengi
bek: savunucu
betoniyer: karmaç
biblo: süslük
biblografya: kaynakça
bigudi : sarmaç, kıvırtmaç
bilanço: dengelem
bisiklet: çiftteker
biyografi: özgeçmiş, yaşamöyküsü
biyoloji: yaşam bilimi, dirim bilimi
biyonik: 1) dirimkurgusu 2) dirimkurguluk
biyosfer: dirimyuvarı
blokaj: 1) bekletim 2) yığım
blöf: kandırmaca, kurusıkı
bobin: sarımlık
boks: yumrukoyunu
bombardıman: topa tutma
bombe: şişkinlik, kabarıklık
bonbon : şekerleme
bone: başlık
bonkör: eliaçık, iyiliksever
bonservis: iyi iş belgesi,
botanik: bitki bilimi
boykot : direniş
brakisefal: kısakafalı
branş: dal, kol
bravo: yaşa!
brifing: 1)özetleyim, 2) bilgilendirme
bröve: uzluk belgesi
brülör: yakaç, yakmaç
brüt: kesintisiz
bukle: büklüm, kıvrım
buldozer: yoldüzler, yoldüzer
bulvar: genyol
burjuva: kentsoylu, kenter
burs: öğrenimlik
D
detay: ayrıntı
dikte: yazdırım
direk: doğrudan
doktrin: öğreti
doküman: belge
domestik: evcil
dominant: baskın
done: veri
download: indirme
E
egzersiz : alıştırma
eksper: bilirkişi
endemik: salgın
endoskopi: içgörüm
enerji: erke
enflamasyon: yangı
enformasyon: bilişim
enteresan: ilginç
eritrosit: alyuvar
F
faks: belgeç, belgegeçer
faktör: etken
fenomen: olgu
fetüs: dölüt
filoloji: dil bilimi
filtre : süzgeç
fizyoloji: işlev bilimi
fonksiyon: işlev
fotokopi: tıpkıbasım
G
garanti : güvence
genetik: kalıtım (bilimi)
global: dünyalık
gramer : dil bilgisi
grup : öbek
H
halüsinasyon: varsanı
hegemonya: boyunduruk
histoloji: doku bilimi
homojen: bağdaşık
İ
illüzyon: yanılsama
internet: genel ağ
istatistik: sayımlama
izolasyon: yalıtım
K
kalite: nitelik
kambiyo: dış ticaret
kampüs : yerleşke
kapasite: sığa, kapsam
karakter: kişilik
kategori: ulam
kompleks: karmaşık
kompüter: bilgisayar
komünikasyon: iletişim
konsantrasyon: derişim
konsolidasyon : süreletme
konsonant: ünsüz
kontrol : denetim
kramp: kasınç
kriter: ölçüt
kronik: süreğen
kundura: ayakkabı
L
lenf: akkan
liste: dizelge
lokosit: akyuvar
M
medya: basın-yayın
mekanizma: düzenek
meridyen: boylam
mesaj, posta: ileti
metamorfoz: başkalaşım
metot: yöntem
monoton: tekdüze
moral: özgüç
mutasyon: değişinim
N
normal : olağan
numara: sayı
O
objektif: nesnel
organizasyon: düzenleme
orijinal: özgün
otoban: hızyolu, otoyol
otorite : yetke
over: yumurtalık
P
paradoks: çelişki
parallel: enlem, koşut
parazit: asalak
pasif: edilgen
performans: başarım
plaj: kumsal
plato: yayla
popüler, favori: gözde
prensip: ilke
prezantasyon: sunum
primer: birincil
printer: basıcı, yazıcı
problem: sorun
prodüktör: yapımcı
program: izlence
proje: tasarı
prosedür: işlem, işleyiş
proses: süreç
provokasyon: kışkırtma
R
radyoaktif: ışın etkin
randıman : verim
rapor: yazanak
rat: sıçan
rejisör: yönetmen
resesif: çekinik
restoran: aşevi
rezistans: direnç
S
sekreter: yazman
sekunder: ikincil
sembol : simge
semptom: belirti
sendrom: belirgi
sentez: bireşim
simülasyon: öğrence
sistem: dizge
solüsyon: çözelti
spesifik: özgül
spesiyal: özel
standart: ölçün
statik: duruk
statü: durum
subjektif: öznel
T
teori: kuram
testis: erbezi
trotuar: kaldırım
tümör: ur
U
ultrason: yansılanım
update : güncelleme
uptake: tutulum
V
versiyon: sürüm
viraj: dönemeç
vokal: ünlü
21 Mayıs 2014 Çarşamba
Tanpınar’ın aşk romanı Huzur’da 3 ideolojik tez
Tanpınar’ın aşk romanı Huzur’da 3 ideolojik tez
Ahmet Hamdi Tanpınar ideolojik bir tez romancısı olmasa da romanlarında doğu-batı medeniyet çatışması etrafında tezler dile getirmiştir. Onun Huzur romanında üç önemli tezi vardır.
Huzur’da tezler kahramanlardan İhsan’ın ağzından anlatılmıştır. Ancak eserde yer yer Mümtaz ve Nuran’ın da fikirlerine rastlarız. Eserdeki tezlerin sahibi İhsan, gerçekte Tanpınar’ın hocası Yahya Kemal’dir. Huzur’daki kahramanlardan Mümtaz ise Tanpınar’dır. Huzur’da İhsan, Mümtaz’ı adım adım yetiştirmektedir. “Bir şairin en büyük keşfi, kendi muharririni, iç alemine doğru kendisini götürecek olanları bulmaktır.” Tanpınar kendi eğitmenini Yahya Kemal olarak işaret eder bize: “onun sayesinde o kadar az yoruldum ki… İhsan’ın en güzel tarafı, insan için yolları kısaltmayı bilmesidir.”
Huzur’daki bütün tezler Yahya Kemal’e ait olmasa da eserde onun izlerini sıkça duyarız. Huzur, her oturumu ayrı bir beyin fırtınası olan Yahya Kemal sohbetlerinin teze dönüştüğü bir ideolojik romandır. (Tersine bir şekilde tez romancısı Kemal Tahir’in tezlerini daha yakından anlamak için İsmet Bozdağ’ın ‘Kemal Tahir’in Sohbetleri’ kitabına bakmak gerekecektir.)
1.Tarihi Bütünlük ya da ‘bütünlüğün iadesi’
Hikayesi uzun… Arap Tarihi, ‘cahiliye dönemi’ni kerih saymaz. İslamlaşma dönemi, belirgin olarak öne çıksa da ‘cahiliye dönemi’ ‘Tarihi Bütünlük’ içinde doğal olarak yer alır. Biz kendi tarihimiz açısından böyle bir bütünlük fikrinden uzak durumundayız. Bu hem İslam Öncesi Dönem hem de Batılılaşma Dönemi’ne geçtikten sonra İslamiyet Dönemi kültür hayatımız için böyledir.
Huzur’da Türk Tarihi’nin sürekliliği, ‘Tarihi Bütünlük’ ve ‘bütünlüğün iadesi’ cümleleriyle yer alır. Huzur’da Yahya Kemal’i dinliyoruz: “Yalnız bir şeyi biliyoruz. O da bir takım köklere dayanmak zarureti, tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti. Bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz. Muvazaalar daima tehlikelidir.”
Tarihi Bütünlük’ün iade ne demektir? Tarihin belirli dönemlerini bir takım tezlerle tasfiye etmek değil, tarihi kendi doğal akışıyla kabul etmektir. Tarihi Bütünlük’ten uzaklaşmak, toplumda değer yargıları’nın tahribine yol açmaktadır. Değer yargıları’nın tahribatı nedeniyle fertler toplumlarına özgü kimliklerini kabullene-me-mektedir. Kimliğini bulamayan kişilerin oluşturduğu toplum bunalımlara gebe toplumdur. Tanpınar’ı dinliyoruz: “Evvela insanı birleştirmek. Varsın aralarında hayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar.” Tarihi köklerini bilen fertler farklı toplumsal kesimlere mensup olsalar da ‘biz şuuru’nu muhafaza edeceklerdir.
“Maziyi ihmal edersek, hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder.” Tarihten kaçmak boşuna bir çabadır. İnsan için hafıza neyse, toplum için de tarih odur.
Nasıl insan fikir değiştirebildiği halde, hafıza’sını silip atamıyorsa, milletler de yeni toplumsal hareketlerle tarihi birikimleri’ni silip atamazlar. Toplumlar, tarihi birikimlerinden kurtulmaya çalıştıkça bir toplumsal hastalık olan ‘anomi’ (köksüzlük) ortaya çıkar. Tarih yani geçmiş ‘ecnebi bir cisim gibi’ insanı rahatsız eder. İnsan çifte kimlikli bir varlık haline dönüşür. “Bizim musikimiz kendi içinde değişene kadar hayat karşısında vaziyetimiz değişmez sanıyorum.” Hayat karşısında vaziyetimiz, 1970’lerdeki toplumsal çözülmeyle Arabesk şeklinde ortaya çıktı. Arabesk’in en belirgin özelliği ise çifte kimlikli bir insan tipi üretmesidir. (Müslüm Gürses yazımızda Arabesk’i öne çıkaran bakışımız tashihe muhtaç. Milli kültür çizgisinin tam bir devamı olmasa da Arabesk, seçkinci Batıcılığa karşı bir halk hareketi niteliğindedir. Evet yanında ve önünde yerli aydınını bulamayan bir halkın hareketidir Arabesk. Yerli Aydın’ın durumu ayrıca ele alınması gereken bir vahamet manzarası arz ediyor hala.)
Huzur’da Mümtaz, Tanpınar’dır… Mümtaz, Tarihi Bütünlük sağlanamadığı için gelecekten umutsuzdur. Ancak İhsan yani Yahya Kemal, her şeye rağmen Tarihi Bütünlük’ün sağlanabileceği kanaatindedir: “Güçlük var. Fakat imkansız değil. Biz şimdi bir aksülamel (tepki) devrinde yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede Efendi’yi Wagner olmadığı için, Yunus’u Verlaine, Baki’yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz… Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz.”
Medeniyetlerin farklı gelişme çizgileri vardır… Türkiye’de Nurullah Ataç öncülüğünde seslendirilen batıcı Ortodoks görüş, Batı medeniyetinin evrensel bir model ürettiğine inanır. Batı medeniyetinin dışındaki bütün medeniyetler, İslam Medeniyeti dahil ana yol değil, ayrık, ara yollardır.
Tanpınar’a göre bu görüş, kültür hayatımızda etkin olmuş ve toplumumuz kimlik ikiliğine, dolayısıyla da kültür bunalımına düşmüştür.
Tanpınar, Tarihi Bütünlük’le kimlik arasında doğrudan bir ilgi kurar: “Ben her şeyden evvel kendime sadık kalmak isterim. Bu benim, ruh bütünlüğümdür. Ancak onu elde ettikten sonra bir işe yararım.” Başka milletlerin tecrübesinden yararlanmak başka, başka milletlerin hayatını yaşamak başka bir şeydir.
2.Kültür devrimleri ve bizdeki devrimlerin mahiyeti
Devrimlerin doğru yorumunu nasıl yapacağız? Hayat; ak ile karanın çatışmasından oluşmuyor. Geleceğimizi inşa sürecini yaşarken, geçmişle çatışmadan ama muhasebesini yaparak geleceğe yürüyebiliriz. Her şeyden önce Atatürk devrimleri bitmiş sonuçlanmış projeler değil. Dil Devrimi’nden Müzik Devrimi’ne bir çok devrim, gel-git’lerle devam etmiş. Atatürk kendi denemelerinden kendisi vazgeçmiş.
Türkiye’nin en önemli muhafazakar düşünürlerinden biri olan Tanpınar, aynı zamanda CHP Milletvekilidir. Bir CHP Milletvekili olarak Tanpınar; devrimlerin yol açtığı travmayı işaret eder: İnsanlarımızın “hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. Bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar? Büyük ihtilaller bunu çok tecrübe etti. Netice olarak insanı çıplak bırakmaktan başka bir şeye yaramadı.”
Skolastik tıkanmışlık
Evet Türkiye’deki kültür devrimi de bazı sorunlara yol açtı. Ancak devrimleri eleştirmeden önce, devrimlerin gerekçesi olan medrese odaklı skolastik tıkanmışlığı öncelikle iyi anlamak gerekmektedir. Reformcu Mehmet Akif’ten gelenekçi Mustafa Sabri Efendi’ye kadar bu tıkanmışlığı işaret edenleri unutmayalım. Benzer bir şekilde tekkelerin kapatılmasına Abdülhakim Arvasi yorumu da ilginçtir: ‘Tekkeler zaten kendi kendini kapatmıştı.’
Oliver Roy, devrimlerin can alıcı noktasını ‘ulemanın nüfuzunu kırmak’ şeklinde özetler. Skolastik tıkanmayla ‘ulemanın nüfuzunu kırmak’ operasyonunu birlikte düşünmeliyiz.
Bu nüfuzun kırılmasıyla ‘Türkçe İbadet’ değil ama dinimizi Türkçe anlama yoluna girdik. Bize anlatılan dinle değil, kendi okuduğumuz ve anladığımız dinle, İmamı Maturidi’nin işaret buyurduğu ‘kendi irademizle seçtiğimiz’ dinle bir yerlere varabiliyoruz. Siyasal İslam’ın başarısında bile dinin ruhban eğiliminin tekelinden uzaklaşması var. Atatürk’ün Mehmet Akif’e Türkçe Meal, Elmalılı Hamdi Yazır’a Tefsir yazdırma projesi, bizi irademizle buluşturma düşüncenin bir sonucu. ‘Türkçe İbadet’ fikrine karşı çıkanların niçin ‘Türkçe Hutbe’ devrimini devam ettirdiklerini açıklaması gerekir. Devrimler öncesi hutbe tamamıyla Arapça okunuyordu. Demek ki, tıkanmışlığın işlevsel tasfiyesine hepimiz sıcak bakıyoruz.
Cumhuriyet Devrimleri, ‘ulemanın nüfuzunu kırmak’la birlikte, devletin resmi dinin Sünni omurgalı bir İslam olmasından vazgeçmedi. Eğitimde, askerlikte ve resmi temsilde Sünni İslam’ın yerine heterodoks İslam’ın kurumsallaşmasına izin vermedi. (Cemevi, Cumhuriyet Devrimleri’nin değil, köyden şehre göçen Alevi kitlelerin yeniden yapılanmasının bir sonucu. Ve bu da sağlıklı bir gelişmedir.)
3.Milli çözüm: Halkın Gücü
Yahya Kemal ve Tanpınar, halkı milli kültürün taşıcısı olarak saygıyla anarlar. Dahası halkta, geleceği inşa yolunda yaratıcı bir kabiliyet de görmektedirler. İhsan’a yani Yahya Kemal’e göre aydın-halk çatışmasının temelinde sorun bizde orta sınıfın teşekkül edememesi yatmaktadır: “Aradaki fark bizde orta sınıfın teşekkül etmemesidir. Her an doğmak için hadiseleri zorlamıştır. Fakat doğamamıştır. Ayrılık manzarası buradan gelir.”
Bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak
Tanpınar; İhsan’ın ağzından günümüzün sorunlarına da ışık tutmaktadır: “Günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak… O zaman ne olacak? Kriz… Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz. Bütün mesele burada.” Türkiye; bugün de sanayinin ihtiyacı olan nitelikli insan gücünü yetiştirmekte başarılı değil. Oysa “işsizlere iş bulmak, mahzun yüzleri güldürmek, onları bir mazi artığı halinden çıkarmak” gerekmektedir.
Tanpınar, başarılı kurumlar oluşabilmesi için gerekli arka planı işaret eder. Başarılı kurumlar “arkalarında tam bir istihsal (üretim), refaha yakın bir hayat, çalışma hızının, yalnız onun getirebileceği bir ahlak ister.”
4.Hatime: Tanpınar kimin sözcüsü?
Tanpınar değişimin kaçınılmaz olduğunun farkındadır… ‘İstanbul’un marul yetiştiren bir memleket olarak kalamayacağını’ söyler. Huzur’da Tanpınar’ın Memduh Şevket Esendal’a benzer bir şekilde lonca sistemini savunduğunu görürüz. Berna Moran; Tanpınar’ın geleneksel lonca sistemini savunduğunu, ideolojik rakibi Ataç’ın ise ticaret ve sanayi burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda evrildiğini söyler.
Değişim an-be-an ifadelendirilmesi gereken bir akış… Hazır reçeteler ve kolay çözümler yok. Aşk romanı Huzur’da bile ideolojik tezler var.
Son söz yine Tanpınar’dan, Huzur’dan olsun: “Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.”
MAHMUT ÇETİN
Yerli Marka fikriyatı
Yerli Marka fikriyatı
1.‘Tarihin Sonu’ piyasa kapitalizminin sonu oldu
Francis Fukuyama tarafından ortaya atılan ‘Tarihin Sonu’ tezi piyasa kapitalizminin toplumsal gelişmesinin son aşaması olduğunu iddia eder.
Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph E. Stiglitz, ‘Tarihin Sonu’ tezinin 15 Eylül 2008 tarihinde yatırım bankası Lehman Brothers’ın iflası ile çöktüğünü söyler.
Stiglitz, Lehman Brothers’ın iflasının tarihsel olarak 1989 yılında Berlin Duvarı’nın çöküşüne eş olduğunu işaret eder.
Stiglitz’e göre bu bankanın iflasının Amerikan üstünlüğü’nün bitişi olduğunu söyler.
Amerikan üstünlüğü’nün bitişinden önce ABD ile dünyanın her yerinden Amerika’da eğitim gören seçkinler arasında paylaşılan bir nevi tartışılmaz değerler vardı. Bu seçkinler Türkiye’de Özal döneminde ‘Prensler’ olarak adlandırılmıştı. Yaşanan kapitalizm krizleri Amerikan tarzı kapitalizmi savunan bu ‘Prensler’in güvenirliğini törpüledi. ABD kapitalizmine karşı çıkanlar şimdi dertlerini anlatmak için yeterli cephaneye sahipler. (Serbest Düşüş, Joseph E. Stiglitz, Gündoğan Y.)
Piyasa kapitalizminin temel argümanı gelişmiş ülkelerin, geri kalmış ülkeler için empoze ettikleri tek çıkar yol ticaretin serbestleştirilmesidir.
Bu iddianın Türkçesi Yabancı Marka karşısında Yerli Malı’nın korumasızlaştırılmasıdır.
2.Bizde gelişen ülkelerin yaptığı koruma politikalarını uygulayacağız!
Ticaretin serbestleşmesi yabancı firmaların yerli üretim aşamasındaki endüstrileri boğma teşebbüsünden başka bir şey değildir. Dış Ticaret, gelişmiş ülkeler için geri kalmış ülkeleri ‘köleleştirme’ yollarından biridir.
Gelişmiş ülkeler, kalkınmalarını korumacı politikalara borçludur. Korumacı politikaların temeli ise Yerli Malı’nın korunmasıdır. ABD korumacı politikalarla bugün dünya ekonomisini eline geçirmiştir.
Dünya ekonomisinin hakimi ülkeler gelişmişliklerini Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün yanlış saydığı korumacı ticaret politikaları’na borçludur. (İlma 4, Halil Aktaş)
ABD ve AB kendi piyasalarını yoksul ülkelerin sunabileceği tek şey olan tarım ürünlerine açmadılar. Gelişmiş ülkeler kendi çiftçilerine çok büyük destekler sağladı ve rekabete karşı korumacı tedbirler aldılar.
Konuyu fazla karmaşık hale getirmeye gerek yok. Yerli Malı’nın korunması konusunda gelişmiş ülkelerin yaptıklarının yapılması yeterlidir. Bağımsız birçok ülke Yerli Malı üretimini yani milli ekonomilerini korumaktadırlar.
3.İthalat işsizliktir, Yerli Malı kullan, ekmeğine sahip çık!
‘Tüketici’nin korunması’ masum bir söylem… Tüketim mallarının, belirli standartları gözetmesi elbette bir gereklilik.
Tüketici’nin ihtiyaçlarını temin ederken ucuzluk ve kalite’ye öncelik vermesi doğal bir durumdur.
Yabancı Marka ithal malları tercih edildiği zaman üretici ülkenin, üretim kalitesi, verimi ve karı artıyor. Bu durumda Yerli Üretici güçsüzleşiyor, iş yerleri kapanıyor ve işçiler işini kaybediyor. Üretim ve istihdam azalması ülkeye yeni yükler getiriyor.
Gerçek bağımsız ülkelerde milli sanayi’ye sahip çıkmak yurttaşlık bilinci ile paralel gelişir.
Yabancı Marka ürünler, paramıza talip olurken ekonominin üç ayağından biri olan istihdam’dan mahrumdur. Milyonlarca işsizi olan bir ülkede istihdam’a çare bulmadan sadece tüketici’yi koruma perspektifi yeterli bir bakış açısı olmamaktadır.
Daha ucuz düşüncesiyle ithalatına yöneldiğiniz ürünlerin üretiminin durması, bir süre sonra işsizlik olarak bize dönmektedir. Yerli Marka ürün tüketmekle öncelikle istihdam’a katkı sağlanacağının farkına varmak gerekiyor. Bu tercih, öncelikle çevremizdeki insanların iş sahibi olması demektir.
Bütün bağımsız ülkeler, kendi ürünlerini, yabancı ürünler karşısında korumaktadır.
İşgücü ve enerjinin ucuz olduğu Yabancı Mallar’la rekabet zorlaşmaktaysa da milli devlet yapıları, arsa temini, sigorta ve vergi indirimleriyle rekabeti dengelemelidir.
Kamu kuruluşlarının ihale şartlarında önceliğin Yerli Marka ürünlere verilmesi ihmal edilmemelidir.
‘Kimse işini kaybetmesin’
2009 yılında meydana gelen küresel kriz, en vahim etkisini işsizlik artışı ile gösterir.
Küresel kriz sonrasında Türkiye’nin en büyük işçi ve işveren örgütleri ‘Kriz varsa çare de var’ başlıklı bir kampanya düzenler.
‘Kriz varsa çare de var’ kampanyasının ana teması işsizliktir. İşsizlik temasının sloganı ise ‘Kimse işini kaybetmesin’ olmuştur.
Kampanyayı yürüten ‘Üreten Türkiye Platformu’nun aktif kurumlarından TOBB’un Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, ‘kampanya ile canlanacak iç pazarın özel sektörün istihdam kapasitesini mutlaka arttıracağını’ söyler.
4.Anlamlı bir kutlama: Yerli Malı Haftası
Yerli Malı Haftası, uzun ismiyle ‘12-18 Aralık Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası’…
‘Yerli Malı’ kavramı, 1929 yılında Atatürk’ün yönlendirmeleriyle kavramsallaşmaya başlamıştır.
Yerli Malı kavramı, yakın geçmişte ilköğretimde ‘nostaljik’ bir kutlama düzeyine indirgenmiştir. Ancak hayatın kendisi tarafından Yerli Malı bize tekrar tekrar hatırlatılıyor.
Ülkemizde Yabancı Marka tüketimi kitle kültürü mekanizmalarıyla fütursuzca pompalanıyor. Yabancı Marka mallar yaygınlaştırılarak, milli sanayi dolaylı olarak cezalandırılıyor.
Teknolojimizin gelişmediği, iş gücümüzün kalifiye olmadığı zamanlarda ithal ürün belki bir mecburiyetti. Ama artık Yerli Marka ürün tercih edip etmemek artık bir zihniyet sorunu halini almış durumdadır.
5.Boykot sonuçsuz, Yerli Marka’ya sahip çıkalım
Batı ülkeleri milli çıkarlarımıza dokunduğu, dinimize hakaret ettiği zaman aklımıza gelen yöntemlerden biri Yabancı Mallar’ı boykot etmektir. Son on yıllık dönemde Fransa, İsrail ve Danimarka mallarını boykot ettik. Çatışma ortamında kalkıştığımız boykot kampanyalarının hemen hemen tamamı başarısızlıkla sonuçlandı.
Yabancı Marka’ya karşı yürütülen boykotlar kitle kültürü’ne yenilmiştir. Hatta boykot’un kendisi bile Yerlilik aleyhine dönüşmüştür.
Hamburger’den kola’ya Yabancı Marka ürünlerin bir çoğunun içeriklerinde bazı önemli şüpheler vardır. Bu ürünlere verilen paranın kime gittiğine dikkat etmek bilinçli tüketici’nin dikkat etmesi gereken bir durumdur.
6.Yerli İstihsal Cemiyeti’nden Milli Meşruiyet Fırkası’na
İlk millici partimiz Milli Meşruiyet Fırkası’nın kurucularının önemli bir kısmı Yerli İstihsal (Üretim) Cemiyeti üyelerinden oluşmaktadır. (Türkiye Günlüğü s.37)
Yerli Malı’ndan Yerli Marka’ya?
Yabancı Marka’ya karşı tavrın temeli kendilikbilgisi’dir… Yabancı Marka’ya karşı tavrımız varoluşumuzla doğrudan ilgilidir.
1900’lü yıllarda Osmanlı’da gözlemlerde bulunan Kazanlı aydın Fatih Kerimi, ‘İstanbul Mektupları’ adlı eserinde Yerli Malı şuurunun eksikliğini ‘milliyet fikri’nin yokluğuna bağlar.
Fatih Kerimi, Cemiyet’in kuruluşunu şöyle anlatır; “Yerli Malı İstimal Etme Cemiyeti adında bir cemiyet kuruldu. Türkiye’nin büyük iktisatçıları haftada birkaç kez toplanarak, bu hususlarda müzakerelerde bulunuyorlar. Lakin pek geç kalınmış. Fayda getirmesi çok zor olacaktır. Hususen Türkler arasında milliyet fikrinin yokluğu, bunun rağbet görmesine en büyük manidir.”
Toplum’da milli şuur geliştiği takdirde Yabancı Marka mallara karşı hayranlık oluşmayacaktır.
Yerli Mallar Pazarı
Bu dönemde, Eminönü Bahçekapı’da bulunan ‘Yerli Mallar Pazarı’nda Hereke, Feshane ve Merinos gibi yerli kumaşlardan takım elbise dikilir. İki kere prova yapılarak dikilen elbiseler, uygun fiyatla müşterilere sunulur, böylece yerli malı kullanmanın gururu da yaşanır.
1970’lerde Yeniden Millilik
Necmettin Erbakan’ın siyasi mücadeleden önce TOBB Başkanlığına seçilmesi anlamlı bir yöneliştir. TOBB Başkanlığından Tekelci Sermaye’nin baskılarıyla görevden alınması bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Erbakan’ın ‘Adil Düzen’ ve Alparslan Türkeş’in ‘9 Işık’ projeleri temelde Yerli Malı odaklı arayışlardır.
Ankara Ticaret Odası’nın ‘Parola 869’ Kampanyası
Ankara Ticaret Odası’nın 2006 yılından bu yana yürüttüğü bir kampanya var: ‘Parola 869’…
869, Türkiye’nin uluslararası barkod numarası… 869 ile başlayan ürünler Yerli Malı’nı işaret ediyor.
Başbakan Erdoğan başkanlığındaki hükümetler, 2009 yılına kadar Kemal Derviş politikalarını devam ettirmiştir. 2009 yılından sonra Yerli Malı’na, Yerli Üretim düşüncesine yönelme ilk başarılarını savunma sanayi’nde göstermiştir.
Hükümet’in Yerli Otomobil talebi, başta Koç Holding olmak üzere bütün Tekelci Sermaye kurumları tarafından karşılıksız bırakılmaktadır.
Yerli Otomobil talebinin Yerli Malı perspektifinden çıkarılarak Yerli Marka konseptine taşınması gerekmektedir. Bu bakış açısından çıkıldığı zaman tıpkı savunma sanayi başarısında olduğu gibi Yerli Otomobil başarısı da gerçekleştirilecektir.
7.Hatime: ‘Yerli Malı Stratejisiyle Dünyaya Kafa Tutmak’
Birçok Yabancı Marka’nın Türkiye’de üretim yaptığını biliyoruz. İşte bu noktada Yerli Malı ile Yerli Marka’nın çeliştiği söylenebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, Yabancı Marka adına yapılan üretim de son tahlilde bir yerli üretim tecrübesidir.
Ülkemiz insanı yerlilik bilinci’ne ulaşıyor, işadamlarımız kendi potansiyelini tanıyor ve kendisi kalarak küresel sistemle bütünleşmenin yollarını arıyor. Bu durum giderek Milli Burjuvazi’nin oluşacağını göstermektedir.
İş dünyası yönetim uzmanı Cenk Emre’nin ‘Yerli Malı Stratejisiyle Dünyaya Kafa Tutmak’ kitabı, yerlilik perspektifi’nin gerekçelerini araştıran başarılı bir çalışma.
Yerli Marka’da sadece bir şeye ihtiyacımız var: fikir!
Necip Fazıl, temel ihtiyacımızın fikir olduğunu söyler: “Ne yola, ne madene, ne buğdaya, ne silaha muhtacız. İhtiyacımız sadece fikir. Ondan da mahrumuz! Fikir olunca hepsi olur, o olmayınca da hiçbiri olmaz; bunu bile anlamıyoruz!”
Artık yerlilik fikri’ne ulaştığımıza göre Yerli Marka fikriyatı’nın temel sorununu çözdük demektir. Bundan ötesi aydın-akademisyen-işadamı birlikteliğiyle yaptığımız işin künhüne vakıf olmaktan geçiyor.
Francis Fukuyama tarafından ortaya atılan ‘Tarihin Sonu’ tezi piyasa kapitalizminin toplumsal gelişmesinin son aşaması olduğunu iddia eder.
Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph E. Stiglitz, ‘Tarihin Sonu’ tezinin 15 Eylül 2008 tarihinde yatırım bankası Lehman Brothers’ın iflası ile çöktüğünü söyler.
Stiglitz, Lehman Brothers’ın iflasının tarihsel olarak 1989 yılında Berlin Duvarı’nın çöküşüne eş olduğunu işaret eder.
Stiglitz’e göre bu bankanın iflasının Amerikan üstünlüğü’nün bitişi olduğunu söyler.
Amerikan üstünlüğü’nün bitişinden önce ABD ile dünyanın her yerinden Amerika’da eğitim gören seçkinler arasında paylaşılan bir nevi tartışılmaz değerler vardı. Bu seçkinler Türkiye’de Özal döneminde ‘Prensler’ olarak adlandırılmıştı. Yaşanan kapitalizm krizleri Amerikan tarzı kapitalizmi savunan bu ‘Prensler’in güvenirliğini törpüledi. ABD kapitalizmine karşı çıkanlar şimdi dertlerini anlatmak için yeterli cephaneye sahipler. (Serbest Düşüş, Joseph E. Stiglitz, Gündoğan Y.)
Piyasa kapitalizminin temel argümanı gelişmiş ülkelerin, geri kalmış ülkeler için empoze ettikleri tek çıkar yol ticaretin serbestleştirilmesidir.
Bu iddianın Türkçesi Yabancı Marka karşısında Yerli Malı’nın korumasızlaştırılmasıdır.
2.Bizde gelişen ülkelerin yaptığı koruma politikalarını uygulayacağız!
Ticaretin serbestleşmesi yabancı firmaların yerli üretim aşamasındaki endüstrileri boğma teşebbüsünden başka bir şey değildir. Dış Ticaret, gelişmiş ülkeler için geri kalmış ülkeleri ‘köleleştirme’ yollarından biridir.
Gelişmiş ülkeler, kalkınmalarını korumacı politikalara borçludur. Korumacı politikaların temeli ise Yerli Malı’nın korunmasıdır. ABD korumacı politikalarla bugün dünya ekonomisini eline geçirmiştir.
Dünya ekonomisinin hakimi ülkeler gelişmişliklerini Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün yanlış saydığı korumacı ticaret politikaları’na borçludur. (İlma 4, Halil Aktaş)
ABD ve AB kendi piyasalarını yoksul ülkelerin sunabileceği tek şey olan tarım ürünlerine açmadılar. Gelişmiş ülkeler kendi çiftçilerine çok büyük destekler sağladı ve rekabete karşı korumacı tedbirler aldılar.
Konuyu fazla karmaşık hale getirmeye gerek yok. Yerli Malı’nın korunması konusunda gelişmiş ülkelerin yaptıklarının yapılması yeterlidir. Bağımsız birçok ülke Yerli Malı üretimini yani milli ekonomilerini korumaktadırlar.
3.İthalat işsizliktir, Yerli Malı kullan, ekmeğine sahip çık!
‘Tüketici’nin korunması’ masum bir söylem… Tüketim mallarının, belirli standartları gözetmesi elbette bir gereklilik.
Tüketici’nin ihtiyaçlarını temin ederken ucuzluk ve kalite’ye öncelik vermesi doğal bir durumdur.
Yabancı Marka ithal malları tercih edildiği zaman üretici ülkenin, üretim kalitesi, verimi ve karı artıyor. Bu durumda Yerli Üretici güçsüzleşiyor, iş yerleri kapanıyor ve işçiler işini kaybediyor. Üretim ve istihdam azalması ülkeye yeni yükler getiriyor.
Gerçek bağımsız ülkelerde milli sanayi’ye sahip çıkmak yurttaşlık bilinci ile paralel gelişir.
Yabancı Marka ürünler, paramıza talip olurken ekonominin üç ayağından biri olan istihdam’dan mahrumdur. Milyonlarca işsizi olan bir ülkede istihdam’a çare bulmadan sadece tüketici’yi koruma perspektifi yeterli bir bakış açısı olmamaktadır.
Daha ucuz düşüncesiyle ithalatına yöneldiğiniz ürünlerin üretiminin durması, bir süre sonra işsizlik olarak bize dönmektedir. Yerli Marka ürün tüketmekle öncelikle istihdam’a katkı sağlanacağının farkına varmak gerekiyor. Bu tercih, öncelikle çevremizdeki insanların iş sahibi olması demektir.
Bütün bağımsız ülkeler, kendi ürünlerini, yabancı ürünler karşısında korumaktadır.
İşgücü ve enerjinin ucuz olduğu Yabancı Mallar’la rekabet zorlaşmaktaysa da milli devlet yapıları, arsa temini, sigorta ve vergi indirimleriyle rekabeti dengelemelidir.
Kamu kuruluşlarının ihale şartlarında önceliğin Yerli Marka ürünlere verilmesi ihmal edilmemelidir.
‘Kimse işini kaybetmesin’
2009 yılında meydana gelen küresel kriz, en vahim etkisini işsizlik artışı ile gösterir.
Küresel kriz sonrasında Türkiye’nin en büyük işçi ve işveren örgütleri ‘Kriz varsa çare de var’ başlıklı bir kampanya düzenler.
‘Kriz varsa çare de var’ kampanyasının ana teması işsizliktir. İşsizlik temasının sloganı ise ‘Kimse işini kaybetmesin’ olmuştur.
Kampanyayı yürüten ‘Üreten Türkiye Platformu’nun aktif kurumlarından TOBB’un Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, ‘kampanya ile canlanacak iç pazarın özel sektörün istihdam kapasitesini mutlaka arttıracağını’ söyler.
4.Anlamlı bir kutlama: Yerli Malı Haftası
Yerli Malı Haftası, uzun ismiyle ‘12-18 Aralık Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası’…
‘Yerli Malı’ kavramı, 1929 yılında Atatürk’ün yönlendirmeleriyle kavramsallaşmaya başlamıştır.
Yerli Malı kavramı, yakın geçmişte ilköğretimde ‘nostaljik’ bir kutlama düzeyine indirgenmiştir. Ancak hayatın kendisi tarafından Yerli Malı bize tekrar tekrar hatırlatılıyor.
Ülkemizde Yabancı Marka tüketimi kitle kültürü mekanizmalarıyla fütursuzca pompalanıyor. Yabancı Marka mallar yaygınlaştırılarak, milli sanayi dolaylı olarak cezalandırılıyor.
Teknolojimizin gelişmediği, iş gücümüzün kalifiye olmadığı zamanlarda ithal ürün belki bir mecburiyetti. Ama artık Yerli Marka ürün tercih edip etmemek artık bir zihniyet sorunu halini almış durumdadır.
5.Boykot sonuçsuz, Yerli Marka’ya sahip çıkalım
Batı ülkeleri milli çıkarlarımıza dokunduğu, dinimize hakaret ettiği zaman aklımıza gelen yöntemlerden biri Yabancı Mallar’ı boykot etmektir. Son on yıllık dönemde Fransa, İsrail ve Danimarka mallarını boykot ettik. Çatışma ortamında kalkıştığımız boykot kampanyalarının hemen hemen tamamı başarısızlıkla sonuçlandı.
Yabancı Marka’ya karşı yürütülen boykotlar kitle kültürü’ne yenilmiştir. Hatta boykot’un kendisi bile Yerlilik aleyhine dönüşmüştür.
Hamburger’den kola’ya Yabancı Marka ürünlerin bir çoğunun içeriklerinde bazı önemli şüpheler vardır. Bu ürünlere verilen paranın kime gittiğine dikkat etmek bilinçli tüketici’nin dikkat etmesi gereken bir durumdur.
6.Yerli İstihsal Cemiyeti’nden Milli Meşruiyet Fırkası’na
İlk millici partimiz Milli Meşruiyet Fırkası’nın kurucularının önemli bir kısmı Yerli İstihsal (Üretim) Cemiyeti üyelerinden oluşmaktadır. (Türkiye Günlüğü s.37)
Yerli Malı’ndan Yerli Marka’ya?
Yabancı Marka’ya karşı tavrın temeli kendilikbilgisi’dir… Yabancı Marka’ya karşı tavrımız varoluşumuzla doğrudan ilgilidir.
1900’lü yıllarda Osmanlı’da gözlemlerde bulunan Kazanlı aydın Fatih Kerimi, ‘İstanbul Mektupları’ adlı eserinde Yerli Malı şuurunun eksikliğini ‘milliyet fikri’nin yokluğuna bağlar.
Fatih Kerimi, Cemiyet’in kuruluşunu şöyle anlatır; “Yerli Malı İstimal Etme Cemiyeti adında bir cemiyet kuruldu. Türkiye’nin büyük iktisatçıları haftada birkaç kez toplanarak, bu hususlarda müzakerelerde bulunuyorlar. Lakin pek geç kalınmış. Fayda getirmesi çok zor olacaktır. Hususen Türkler arasında milliyet fikrinin yokluğu, bunun rağbet görmesine en büyük manidir.”
Toplum’da milli şuur geliştiği takdirde Yabancı Marka mallara karşı hayranlık oluşmayacaktır.
Yerli Mallar Pazarı
Bu dönemde, Eminönü Bahçekapı’da bulunan ‘Yerli Mallar Pazarı’nda Hereke, Feshane ve Merinos gibi yerli kumaşlardan takım elbise dikilir. İki kere prova yapılarak dikilen elbiseler, uygun fiyatla müşterilere sunulur, böylece yerli malı kullanmanın gururu da yaşanır.
1970’lerde Yeniden Millilik
Necmettin Erbakan’ın siyasi mücadeleden önce TOBB Başkanlığına seçilmesi anlamlı bir yöneliştir. TOBB Başkanlığından Tekelci Sermaye’nin baskılarıyla görevden alınması bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Erbakan’ın ‘Adil Düzen’ ve Alparslan Türkeş’in ‘9 Işık’ projeleri temelde Yerli Malı odaklı arayışlardır.
Ankara Ticaret Odası’nın ‘Parola 869’ Kampanyası
Ankara Ticaret Odası’nın 2006 yılından bu yana yürüttüğü bir kampanya var: ‘Parola 869’…
869, Türkiye’nin uluslararası barkod numarası… 869 ile başlayan ürünler Yerli Malı’nı işaret ediyor.
Başbakan Erdoğan başkanlığındaki hükümetler, 2009 yılına kadar Kemal Derviş politikalarını devam ettirmiştir. 2009 yılından sonra Yerli Malı’na, Yerli Üretim düşüncesine yönelme ilk başarılarını savunma sanayi’nde göstermiştir.
Hükümet’in Yerli Otomobil talebi, başta Koç Holding olmak üzere bütün Tekelci Sermaye kurumları tarafından karşılıksız bırakılmaktadır.
Yerli Otomobil talebinin Yerli Malı perspektifinden çıkarılarak Yerli Marka konseptine taşınması gerekmektedir. Bu bakış açısından çıkıldığı zaman tıpkı savunma sanayi başarısında olduğu gibi Yerli Otomobil başarısı da gerçekleştirilecektir.
7.Hatime: ‘Yerli Malı Stratejisiyle Dünyaya Kafa Tutmak’
Birçok Yabancı Marka’nın Türkiye’de üretim yaptığını biliyoruz. İşte bu noktada Yerli Malı ile Yerli Marka’nın çeliştiği söylenebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, Yabancı Marka adına yapılan üretim de son tahlilde bir yerli üretim tecrübesidir.
Ülkemiz insanı yerlilik bilinci’ne ulaşıyor, işadamlarımız kendi potansiyelini tanıyor ve kendisi kalarak küresel sistemle bütünleşmenin yollarını arıyor. Bu durum giderek Milli Burjuvazi’nin oluşacağını göstermektedir.
İş dünyası yönetim uzmanı Cenk Emre’nin ‘Yerli Malı Stratejisiyle Dünyaya Kafa Tutmak’ kitabı, yerlilik perspektifi’nin gerekçelerini araştıran başarılı bir çalışma.
Yerli Marka’da sadece bir şeye ihtiyacımız var: fikir!
Necip Fazıl, temel ihtiyacımızın fikir olduğunu söyler: “Ne yola, ne madene, ne buğdaya, ne silaha muhtacız. İhtiyacımız sadece fikir. Ondan da mahrumuz! Fikir olunca hepsi olur, o olmayınca da hiçbiri olmaz; bunu bile anlamıyoruz!”
Artık yerlilik fikri’ne ulaştığımıza göre Yerli Marka fikriyatı’nın temel sorununu çözdük demektir. Bundan ötesi aydın-akademisyen-işadamı birlikteliğiyle yaptığımız işin künhüne vakıf olmaktan geçiyor.
MAHMUT ÇETİN
19 Nisan 2012 Perşembe
17 Mart 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)